Düşler Sarayı Elhamra
- Firdevs TUNÇAY
- 19 Mar 2017
- 5 dakikada okunur

Sımsıcak bir mayıs gününde, İspanya’nın güney kısmı boyunca uzanan Endülüs’ün kültür ve inanç şehri Granada’ya gelmiştik. Şehrin koruyucusu yüce Sierra Nevada sıradağları ise karlı tepeleriyle, bembeyaz ve ışıl ışıl parlıyordu. Granada’nın “Unesco Dünya Mirası” resmi listesinde yer alan Elhamra Sarayı’na sahip oluşu pek çok turisti bu şehre çekmişti. Mağrur Granada, Endülüs İslam sanatının eşsiz mimarisi bu Mağribi kale-sarayı kutsal bir taç gibi başında taşıyordu.
Bugün dünyanın en çok ziyaret edilen sarayı Elhamra, benim ilk gençlik yıllarımın düşlerini süsleyen bir efsaneydi… Sarayı ziyaret edebilmek için bir ay öncesinden biletlerimizi almıştık; çünkü her gün belirli sayıda ziyaretçi kabul ediliyor. Elhamra’yı, gelişimizin ertesi günü gezebilecektik ancak. Bense, düşlerimin efsanesini bir an önce görebilmenin heyecanı ve merakı içindeydim. Şehirde çeşitli seyir yerleri vardı. Biz de, sarayın en iyi göründüğü Sn. Nicolas Kilisesi’ne gidebilmek için bir midibüse bindik. Eski şehrin taş döşeli, kaldırımsız dar sokaklarında beyaz badanalı yüksek bahçe duvarları arasından geçerek, yokuş tırmanarak kiliseye ulaşıyoruz. Sn. Nicolas Kilisesi’nin geniş avlusu turistlerle doluydu. Kimileri çilingir sofralarını kurmuş neşe içine yiyip içiyordu. Taş bir oturma yeri bulunca kendimizi şanslı hissediyoruz. Elhamra Sarayı, karşımızda, şehrin entelektüellerinin oturduğu Albayzin semtinin bitimindeki yüksek tepede, yeşillikler içinden sade ve vakur yükseliyordu. Ardında da ona kollarını açmış Sierra Nevada’nın karlı tepeleri…
Endülüslüler, “Elhamra’yı gurup zamanı görmelisiniz,” derler. Merakla günbatımını bekliyorum… İşte, o an!..Güneş, dağların ardında kocaman bir ateş top… Granada’nın ünlü kırmızı taşlarından yapılmış Mağribi kale-saray ve yüce koruyucusu Sierra Nevada’nın karlı tepeleri kızıla kesmişti… Gözlerimi bu büyülü güzellikten alamıyorum! Ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı, “ ENDÜLÜS’TE RAKS” adlı harikulade şiirinden kendi sesiyle dizeler fısıldıyor kulağıma: “Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı/ Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı” Endülüs’ü gördüm, diyebilmek için dönüşümüzü yürüyerek yapıyoruz. Her evin bahçesine ve sokak kenarlarına portakal ağaçları dikilmiş. Mevsim bahar ya hava mis gibi portakal çiçeği kokuyor! Etraf yemyeşil…Yanımızda, yol boyunca, iki setin arasında çağıldayarak akan derenin sesini dinliyoruz. Dere, kemerli eski taş köprülerle iki yakayı birbirine bağlıyor. İlkbaharın müjdecisi “Mor Salkımlar” burada “Beyaz Salkımlar” halinde coşmuş…
Okşayıcı rüzgârda ‘beyaz saçlar’gibi tatlı tatlı sallanıyor. “Teterias” denilen Şark tipi kafeterya-restoranların birinde bir çay molası veriyoruz. Burası o kadar bizden ki… Nargilelerin dizildiği masanın karşısındaki halı kaplı sedirin birine oturup, yorgun sırtımızı halı kaplı sert yastıklara dayıyoruz. Faslı garson, hepimiz için ayrı küçük çaydanlıklar getiriyor. Bin Bir Gece Masalları, Alhambra (Elhamra) Rüyaları gibi sihirli adlarla anılan Fas çaylarını yudumlarken içimiz ferahlıyor. Granada’nın iki ana meydanından Katedral yakınlarındaki Plaza Bib-Rambla’ya geldiğimizde her yer cıvıl cıvıldı. İnsanlar açık havada kurulmuş masalarda akşam yemeğini yerken sokak müzisyeninin çaldığı akordeondan “Bessame Moucho”nun tatlı nağmeleri yükselmez mi? O an kalbim heyecanla çarpmaya başladı!
Kısa bir süre hayallerimde Çanakkale’ye gittim... Sıcak bir temmuz gecesi, deniz kıyısındaki Çanakkale Orduevi’nde mehtaba karşı eşimle düğünümüzde ilk dansımızı yapıyoruz... Başımda limon çiçeği beyaz tacım, yere kadar uçuşan duvağım, ince Fransız danteli gelinliğimle, mestereslerini giymiş, yakışıklı hava teğmeni eşimin kollarında Bessame Moucho’nun müziğiyle pistte dönüyor, dönüyoruz… Tatlı bir rüzgâr esti, saçlarımı uçuşturdu. Eşimin sevgi ışıkları saçan bakışlarıyla karşılaştım. O da aynı şeyi düşünmüş belli ki… Eskimeyen sevgilerle baktık birbirimize. Eşim, kızım, damadım ve minik torunumla bir masanın etrafında oturmuş şarap eşliğinde yemeklerimizi yerken karşımızda uzanan yüce Sierra Nevada tepeleri maviye kesmişti… Ertesi sabah uyandığımda otel odamızın perdelerini açtım hemen. Granada’nın parlak güneşi içeri aktı. Pencereden baktığımda Elhamra Sarayı, karşı tepenin üstünde yüz yıllardır biriktirdiği tarih ve kültürle, her türlü gösterişten uzak; ama hala dimdik ayakta durmanın gururuyla yükseliyordu.

Sarayın temeli 1232 yılında Gırnata Emirliği yani Beni Ahmer (Nasiriler) Devleti’ni kuran Muhammed Bin Ahmer zamanında atılmış. Saray, aynı sülaleden gelen çeşitli hükümdarlar tarafından yapılan ilavelerle genişletilmiş. Elhamra’nın yapımı devam ederken Endülüs’ün diğer iki önemli şehri Kurtuba ve Sevilla (1236 ve 1248’de) Hıristiyan Kastilyalıların eline geçmiş ve oradaki Müslüman halk çeşitli işkencelere uğramış. Granada ise uzun yıllar direnmiş. Ta ki 1492’de düşüşüne kadar… Yüce Cennet Bahçesi Biletimizde belirtilen saatten çok daha önce müzenin kapısındaydık; çünkü saraya gitmeden önce “Generalife” denilen Elhamra’nın bahçelerini gezeceğiz. Generalife’ın kapısından girdikten sonra kendimi birden bambaşka bir âlemde buldum.
Sanki Bin Bir Gece Masalları’ndaki düş saraylarının bahçesindeydim! Burada soğuk heykeller yoktu. Her şey doğal çevreyle uyumluydu. Bahçeler çok kalabalıktı; çevreyi hayranlıkla gezen, fotoğraflar çeken pek çok turist…Dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce sanatsever gezgin Elhamra’da buluşmuştu. Bakımlı, koyu bir yeşilliğin içindeydim. Servilerden duvarlarla sınırlandırılmış başka bir bahçeye giriyoruz. Endülüs mimari tarzı “at nalı biçimi”nde şekil verilmiş servilerin altından geçiyoruz. Labirentimsi yollarda ilerlerken kaybolmamak için birbirimizden ayrılmıyoruz. Mağribi bahçeleri genellikle havuzların veya kanalların etrafında düzenlenmiş. Ancak masallarda rastlanabilecek bir güzellik...Sultanlar, şehrin sıcağından kaçıp bu “yüce cennet bahçesinin” serinliğine sığınırlarmış. Bahçeler envai çeşit çiçekle donatılmış. Duvarları saran kırmızı, pembe, sarı güller; mis kokan şakayıklar, bodur şebboylar, ilkbaharın müjdecisi mor salkımlar… Yuvarlak, beyaz mermerden fıskiyeli havuzlar…Havada her an duyulan çiçek kokusu… Kanallarda akan suların şırıltısı… Ağaçlarda şakıyan kuşların cıvıltısı…Her şey düş aleminin bir parçasıydı.
Güzeller Güzeli Elhamra Saat 16.30’da Elhamra Sarayı’nın dış kapısında, aynı saatte randevusu olan gezginlerle birlikteydik. Kalbim delice çarpıyor, ellerim titriyordu! Nasıl heyecanlanmam!..Biraz sonra, ilkgençlik yıllarımın düşlerini süsleyen efsane sarayı gezip görebileceğim! Fakat sarayın dış cephesi o kadar sade ki bu bende biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Oldukça yüksek, gösterişsiz bir demir kapıdan içeri girerken harikulade bir zarafet, uyum ve itina ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Meğer ben, düşler sarayına gelmişim! Daireden daireye geçtikçe şaşkınlığım artıyor…. Lekesiz bir beyazlık içindeyim. Sülüs yazılar, insanı hayran bırakan bir güzellikle kapıların üstünü, kavislerin çevresini; hatta bütün duvarları ve salonları bir sarmaşık gibi sarmış. Her Arapça sözcük bir desen, bir çiçek olmuş! Bu nasıl bir elişçiliğidir? Beyaz mermerler, bir iğne oyası zarafetiyle işlenmiş! Kuran’dan alınan ayetlerin ve İbn-i Zamrak’la diğer Müslüman şairlerin mısralarının kazındığı kitabeler, bazı duvarları tamamen kaplamakta. Elhamra’yı gerçekten anlamak için, sarayın içindeki pek çok kitabeyi anlayarak okumak isterdim. Dünyanın bu en nazenin, Ortaçağ’ın en ünlü, Endülüs’teki 780 yıllık İslam hâkimiyetinin de en önemli sarayı sayılan Elhamra’nın sırrını, sarayın içinde tüm oda ve salonları çepeçevre dolaşan tek bir sözcük söyler: O tılsımlı sözcük “Allah” sözcüğüdür. Dünyanın hiçbir yerinde “Allah” adını bu kadar çok zikreden sütun, kemer, kubbe, tavan, kapı ve duvara sahip başka bir saray bulmak mümkün değildir. Elhamra Sarayı, sayısız oda ve salonları arasında yer alan avluları, kenarlarındaki yeşil alanları ve ortalarındaki fıskiyeli havuzlaryla iç ferahlatıcıydı. Avlular ile açık salonlar arasında güneş ışığı, suların akışı ve gölgelerin oyunu buluşturularak inanılmaz bir zarafet sağlanmış. Bu, sanki el değince tuzla buz olacakmış gibi inanılmaz bir zarafetti… On iki aslan heykelinin çevrelediği çeşme ve bu çeşmeye açılan 5.Muhammed’in yaptırdığı verandadaki 124 ince mermer sütunla desteklenmiş revakların zarif güzelliğine hayran olmamak mümkün mü? Ya duvarları süsleyen İspanyolca “Azulejos“denilen sırlı seramikler… Özellikle sarayın “Hamam” kısmındakilerde yeşille lacivertin uyumu, desenlerin zarafeti gözü ve gönlü okşuyordu! Kafesli pencereleriyle harem dairelerini gezdik. Bu kısımdaki bir odaya Amerikalı yazar Washington İrving’in adı verilmişti. Yazar, 1829 yılında kendisine tahsis edilen bu dairede Elhamra ile ilgili masallar ve anılarını kaleme almış. Elhamra’nın üstü kemerli pencerelerinden dışarıya baktığımızda Albayzin semtinin kesme şekeri andıran beyaz badanalı evleri görünüyordu, en altta da çılgınca açmış gelincikler… Granada’nın 1492 yılında düşüşünden sonra, saray göz alıcı bir güzelliğe sahip olmasına rağmen, çok uzun yıllar kendi kaderine terk edilmiş, adeta evsiz barksız insanların barınağı olmuş. Öyle ki bekçilik yapan bir ailenin korumasına teslim edilen sarayın bahçesine ilgisizlikten dolayı gecekondu misali evler yapılmış. Sarayın Mexsuar denilen idari bölümü avlusunun bir zamanlar koyun ağılı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Elhamra’nın ayakta kalabilmek için başarıyla direndiği söylenebilir. 19.yy. sonunda başlayan restorasyon çalışmaları 20.yy.da, özellikle yabancı ziyaretçilerin artışı sonucu hız kazanmış, saray yavaş yavaş eski ihtişamına kavuşmuş. İspanyol makamlarının restorasyon çalışmalarında aslına sadık kalmaya dikkat ettiklerini de özellikle belirtmek gerekir. Saray gezimiz bitmiş, bahçeye çıkmıştık. Tek bir palmiye ağacının altındaki büyük havuzun sularında nilüferler açmıştı, içinde kırmızı balıklar oynaşıyordu. Havuzun karşı kıyısına geçtik. Elhamra Sarayı’nın aksi, arkasında koruyucu kalesiyle havuzun durgun sularına yansımıştı. Manzara muhteşemdi! İlkgençlik yıllarımda düşlerimi süsleyen, Endülüs İslam mimarisinin kalbi Elhamra Sarayı’nı gezebilmiştim sonunda! Gördüklerim düş değildi! Bu güzellikleri sevdiklerimle yaşamanın mutluluğunu duydum içimde. Sonra bu yüce mabede uzun uzun baktım. Ve sordum kendi kendime: Elhamra Sarayı’nı inşa eden mühendis ve mimar zekâsı, öpülesi usta eller, bir şehrin geleceğini değiştirecek olmanın heyecanını yaşamışlar mıdır?
İslam mimarisini doruğa çıkaracak olmanın gururunu hayal etmişler midir? Onlar sayesinde dünya, Endülüs İslam sanatının eşsiz mimarisine koşuyor!
Onlar sayesinde Elhamra, 800 yıldır ayakta…
Comentarios